Camus, Yabancı'da Ne Saçmalıyor?
- Kronofel

- 6 Haz
- 7 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 10 Tem
Albert Camus'nün 1942 yılında yayımlanan ve 1957 Nobel Edebiyat Ödülü'ne layık görülen başyapıtı Yabancı, edebiyat ve felsefe dünyasında derin izler bırakmış kült bir eserdir. Roman, hayatın anlamsızlığı karşısında toplumsal normları reddeden, tuhaf ve kendi halinde bir adamın hikayesi aracılığıyla varoluşçu felsefenin ve özellikle Camus'nün "absürt" (saçma) kavramının en sert örneklerinden birini sunar. Bu eser, okuyucuya etkileyici bir hikaye sunmanın yanı sıra varoluşun derinliklerinde gezinme fırsatı da verir.
Peki, Camus bu derin felsefi düşünceyi Yabancı romanında nasıl işler?
Absürt (Saçma) Felsefesinin Temelleri
Albert Camus'ye göre absürt, insanın hayatta bir anlam arayışı ile evrenin bu arayışa karşı kayıtsızlığı arasındaki çelişkidir. Evrenin kendi başına bir anlamı yoktur, anlamı yaratan insandır. Camus, yaşamın tamamen anlamsız olduğunu iddia etmez, aksine insanların kendi anlamlarını yaratma çabasının önemini vurgular. Ancak bireyin bu anlam arayışının, nihayetinde ölümle sonuçlanacak ve evren tarafından umursanmayacak bir çaba olduğunu fark etmesi absürdün ta kendisidir. Camus, bu duruma karşı intiharı bir çözüm olarak görmez, aksine yaşamı tüm anlamsızlığına rağmen kucaklamayı ve "başkaldırmayı" önerir. Bu başkaldırı, Absürt'ün bilincinde olarak yaşamaya devam etmek ve "şen bir kötümser" (joyful pessimist) olmak anlamına gelir.
Absürdizm, varoluşçuluk ve nihilizm ile yakından ilişkilidir ancak onlardan farklıdır. Absürdizm, 20. yüzyılın önemli felsefi akımlarından biridir. Absürdizm ve nihilizm, hayatın anlamsız olduğuna inanmayı paylaşsa da absürdistler bunu izole bir gerçek olarak ele almaz; bunun yerine, insanın anlam arayışı ile dünyanın bu arayışa karşı kayıtsızlığı arasındaki çatışmaya odaklanırlar. Camus, bu düşünceyi “Sisifos’un Söyleni” adlı eserinde detaylıca inceler. Bu eserde Sisifos'un sürekli kayayı tepeye çıkarması ve kayanın tekrar yuvarlanması, insanın anlamsız bir görevi sonsuza dek tekrarlaması gibi absürdün simgesi haline gelir. Camus, bu durum karşısında Sisifos'un bile mutlu hayal edilmesi gerektiğini söyler çünkü anlamsızlığına rağmen görevi kabullenmek ve yaşamak bir başkaldırıdır.
Camus, kendisinin bir varoluşçu olarak tanımlanmasını reddetmiştir. Varoluşçuluğun aksine, Camus metafizik ve ontolojik sorulara çok az ilgi duymuş ve insanın bir "ortak insan doğasına" sahip olduğu inancına sıkı sıkıya bağlı kalmıştır. Camus'ye göre varoluşçular, bireyin kendi anlamını yaratmasını savunurken o, anlam arayışının evrenin kayıtsızlığıyla çatıştığını ve bunun absürt olduğunu vurgular. Ayrıca, Camus nihilizme karşı mücadele etmiştir, çünkü nihilizm anlamın tamamen imkansız olduğunu savunur. Camus ise sınırlı da olsa anlam veya değer yaratma ihtimaline izin verir.
Meursault: Absürt İnsanın Ta Kendisi
Romanın ana karakteri Meursault, bir ofiste memur olarak çalışan, yaşamın anlamsızlığı karşısında hiçbir şeyi umursamayan, hayatın içindeki her şeyi sıradan bulan tuhaf ve kendi halinde birisidir. Meursault'nun bu "yabancılığı", tam da Camus'nün absürt felsefesinin somutlaşmış halidir. O, kendisiyle özdeşleştiği doğayla barışık, doğal bir varoluşun temsilcisidir. Meursault'nun patolojik denebilecek bir kopuklukla kendi hayatı da dahil her şeyi gözlemlemesi onun "yabancı" kişiliğini pekiştirir.
Annesinin Ölümüne Karşı Kayıtsızlık: Roman, "Bugün annem öldü. Belki de dün bilmiyorum" cümlesiyle başlar ve bu cümle, Meursault'nun temel kayıtsızlığını hemen gözler önüne serer. Annesinin ölüm haberini aldığında, cenaze ve defin işlerinin yorucu olacağına hayıflanır. Hatta annesi öldüğü için patronundan özür dileyecek duruma gelir. Cenazede üzüntü belirtisi göstermemesi, gözyaşı dökmemesi, hatta kahve içip sigara içmesi ve cenaze işlemlerinin yorucu olacağına hayıflanması, toplumsal beklentilere tamamen aykırıdır. Meursault'nun annesini sevmesine rağmen, ölüm karşısında yas tutmanın anlamsız olduğunu düşünmesi, yaşamın anlamsızlığıyla devam ettiğini kabul etmesinden gelir. O, başkalarının yas tutma "performansını" sergilemeyi reddeder.
İlişkiler ve Toplumsal Normlara Yabancılık: Meursault'nun kayıtsızlığı sadece annesinin ölümüyle sınırlı değildir. Annesinin defin işlemlerinden hemen sonra sevgilisi Marie ile flörtleşip sinemaya gidip komedi filmi izlemesi onun genel tutumunu yansıtır. O, insan ilişkilerine ve toplumsal kavramlara (sevgi, saygı, hırs, evlilik) anlam yüklemeyi tercih etmez. Marie'nin evlilik teklifine "fark etmez" demesi, evlenseler de evlenmeseler de hayatın aynı anlamsızlıkla süreceğini düşünmesinden kaynaklanır.
Meursault'ya göre, doğumla başlayıp ölümle son bulan bu kısa ve absürt yaşamda evlenip evlenmemesi de çok anlamlı değildir. Komşusu Raymond Sintes ile olan ilişkisi de bu kayıtsızlığı pekiştirir; Meursault için Raymond sadece "beraber zaman geçirebildiği herhangi bir insandır", arkadaş bile değildir. Raymond'a mektup yazma teklifini de "fark etmez" diyerek kabul eder çünkü önemli olanın eylemin altında yatan duygular değil, eylemin kendisi olduğunu düşünür. Patronunun Paris'te yeni bir iş teklifine de aynı ilgisizlikle yaklaşır. Ona göre insan hayatını asla değiştirmez, her hayat birbirine benzer ve yaşadığı hayattan şikayetçi değildir.
Cinayet ve Pişmanlık Duygusuzluğu: Romanın dönüm noktası, Meursault'nun bir Arap'ı öldürmesidir. Bu cinayet, sıcak hava, bıçağın yansıması gibi dış etkenlerle açıklanır ve Meursault, eylemden dolayı en ufak bir pişmanlık duymaz, hatta neden öldürdüğünü bile tam olarak hatırlayamaz. Olay yerindeki güneşi alnında hissettiği anı ve bıçağın parlak yansımasını hatırlar, bu yakıcı kılıç kirpiklerini kemirir, acıyan gözlerini oyar ve o an her şey titreşir. Denize bir el ateş ettikten sonra bile, bedene dört el daha ateş eder. Bu kayıtsızlık, onun Absürt yaşam felsefesinin doruk noktasıdır. Ona göre, "İnsan ne de olsa daima biraz kabahatlidir".
Yargılanma: Karakterin Mahkemesi
Meursault'nun mahkemesi, işlediği cinayetten çok, toplumsal normlara uymayan ve duygusuz görünen tavırlarının yargılanmasına dönüşür. Meursault, bu durumu dışarıdan izler gibi durur, kaderinin kendisine sorulmadan belirlendiğini hisseder.
Savcının Argümanları: Savcı, Meursault'nun annesinin cenazesindeki kayıtsızlığını, Marie ile ilişkisini ve komedi filmi izlemesini, cinayetinin önceden planlandığına ve onun "ahlaksız bir yaratık" olduğuna dair kanıt olarak sunar. Meursault'nun duygusuzluğu, toplum için bir cinayetten daha "canice" gelir. Savcı, Meursault'nun ruhunu mercek altına aldığında hiçbir şey bulamadığını, onda ruhtan da insanlıktan da eser olmadığını iddia eder. Savcı, Meursault'nun annesini "manen öldürmüş" biri olduğunu ve bu durumun, babasını öldüren birinin eylemlerini meşrulaştırdığını iddia ederek Meursault'nun toplumda yerinin olmadığını ve idam edilmesi gerektiğini söyler.
Avukatın Savunması: Meursault'nun avukatı, "Müvekkilim cinayetten mi yargılanıyor annesinin Ölümüne üzülmekten mi?" sorusuyla davanın absürtlüğünü ortaya koyar. Ancak Meursault'nun kendisi, durumdan kopuk bir şekilde, kendi davasını dışarıdan izler gibi durur, "Bu da olanı benim dışımda görünüyor gibi bir hali vardı. Her şey ben karışmaksızın olup bitiyordu. Kaderin bana fikrim sorulmadan belirleniyordu" der. Avukatı onu, topluma karşı iyi bir rol sergilemediği için yargılandığını anlar.
Toplumun Tepkisi: Meursault'nun mahkeme salonunda en ufak bir pişmanlık veya üzüntü belirtisi göstermemesi, toplumun dikkatinden kaçmaz. Annesinin ölümüne üzülmediğini duyan kalabalık, onu yuhalamaya ve kınamaya başlar. Meursault, insanların ondan tiksindiğini hissettiğinde hayatında ilk defa yüreğinin sıkıştığını hisseder, ağlamak ister ama yapamaz.
İdam Kararı: Nihayetinde Meursault, işlediği cinayetten ziyade, "insanlara hayatın anlamsız olabileceği fikrini içten içe yerleştirdiği" ve toplumsal beklentilere uymadığı için idama mahkum edilir. Bu karar, toplumun, farklı olanı ve bireyselleşeni "düşman" olarak belirlemesinin bir alegorisidir. Camus, bu romanıyla idam karşıtı bir manifesto sunar.
Başkaldırı ve Kabul: Meursault'nun Son Anları
İdam kararının ardından Meursault, önemli bir değişim süreci yaşar. Başlangıçtaki umursamazlığı yerini yaşama içgüdüsüne ve endişeye bırakır. Çünkü zor olan idamın kendisi değil, ona hazırlanmaktır. Hayat ne kadar anlamsız olursa olsun, yaşamak ölmek fikrine baskın geliyordu. Bu, en nihilist insanda bile evrensel bir duygudur. Hapishane papazıyla yaptığı tartışmada, ölümün kaçınılmazlığını ve zamanının önemli olmadığını vurgular. Papazın Tanrı'ya inanma çağrılarını reddeder çünkü evrenin kayıtsızlığını ve yaşamın önceden belirlenmiş bir anlamı olmadığını kabul etmiştir. Ona göre, papaz her ne kadar kendinden emin görünse de aslında ölü gibi yaşamaktadır. Meursault ise "elleri boş gibi dursa da kendinden de her şeyden de emindi, ondan daha emindi, hayatından da gelmek üzere olan ölümden de emindi".
Meursault, son anlarında annesinin de hayatının son dönemlerinde, ölüme yakınken yeni baştan "nişanlandığını" düşünür ve kendini ona benzer şekilde, her şeyi yeniden yaşamaya hazır hisseder. İçindeki "büyük öfke"nin kötülükleri söküp attığını, umutları boşalttığını ve kendisini ilk defa "dünyanın tatlı kayıtsızlığına" açtığını fark eder. O, artık evrenin "iyicil kayıtsızlığına" (benign indifference of the universe) boyun eğmiş ve kendi absürt varoluşuyla barışmıştır. İdam gününde "çok seyirci bulunmasını ve bunların beni hınç dolu haykırışlarla karşılamalarını" dilemesi, onun absürt yaşama karşı son başkaldırısı ve kabulüdür.
Camus'nün "başkaldırı" felsefesi burada belirginleşir: absürde rağmen yaşamak. Başkaldırı, insani değerlere duyulan güven üstüne kurulur ve insanın kendi özgürlüğünü ve sorumluluğunu vurgular. Camus'ye göre, "İnsan da yaşam da saçmadır; boşunadır, rastgededir, sağlam hiçbir şey yoktur ama yine de yaşamak gerekir". Bu başkaldırı, kendini onaylamanın bir aracıdır ve bencillikten uzak, tüm insanlar için ortak bir değeri savunma amacı güder.
Camus'nün Üslubu ve Metinler Arası İlişkiler
Camus'nün Yabancı romanındaki yazı dili, onun absürt felsefesini destekler niteliktedir. Kısa ve sade cümleler, karakterin duygudan arınmış, çıplak ve yalın algısını yansıtır. Yazarın "süslenmiş, uzun uzun cümlelerden uzak" bir dil kullanması, Meursault'nun hiçbir şeye anlam yüklemeyen tavrıyla paralellik gösterir. Bu üslup, eleştirmen Roland Barthes tarafından "sıfır derece yazım" (writing degree zero) olarak tanımlanmıştır ve Meursault'nun patolojik derecede kopuk anlatımına mükemmel bir zemin sunar.
Romandaki "Arap" karakterinin isimsiz bırakılması da önemli bir tartışma konusudur. Roman, Fransız sömürgesi Cezayir'de geçer ve öldürülen Arap'ın ismi yoktur. Bunun Albert Camus'nün bilinçli bir seçimi olup olmadığı veya sömürgeci bakış açısının bir yansıması olup olmadığı üzerine Edward Said ve Kamel Daoud gibi yazarlar tarafından eleştiriler getirilmiştir. Kamel Daoud'un Meursault Soruşturması adlı eseri, öldürülen Arap'ın kardeşi Harun'un ağzından hikayeyi yeniden anlatarak Arap'a Musa adını verir ve Meursault'dan "katil" olarak bahseder. Bu durum, romanın kültürel ve politik bağlamını derinlemesine ele alma fırsatı sunar.
Yabancı, varoluşçu felsefenin etkisinde yazılmış olsa da Camus'nün kendine özgü bir "absürt" düşüncesini ortaya koyar. Camus, "absürdün" modern popüler kültürün bir parçası haline gelmesinde etkili olmuştur. Eserlerinde Kierkegaard, Nietzsche, Melville, Dostoyevski ve Kafka gibi filozof ve yazarlardan etkilenmiştir. Özellikle "Sisifos Söyleni" adlı eseriyle absürdizmin sınırlarını belirlemiş ve tam anlamıyla ortaya koymuştur.
Sonuç
Albert Camus, Yabancı romanında Meursault karakteri aracılığıyla absürt felsefesini incelikle dokur. Meursault'nun kayıtsızlığı, toplumsal normlara uyumsuzluğu ve nihayetinde yaşamın anlamsızlığına rağmen onu kabullenişi, bireyin evren karşısındaki yalnızlığını ve kendi anlamını yaratma çabasının trajikomik serüvenini etkileyici bir şekilde ortaya koyar. Roman, okuyucuyu varoluşun derinliklerinde bir yolculuğa çıkarırken Camus'nün "saçma" kavramını sadece felsefi bir soyutlama olmaktan çıkarıp insan deneyiminin temel bir parçası haline getirir.
Camus'nün felsefesi, yaşamın anlamsızlığını kabul ederken insanın anlam arayışını ve yaşamın tadını çıkarmasını önerir. O, bireyin özgürlüğünü ve sorumluluğunu vurgular. Meursault'nun son anlarındaki iç huzuru, yaşamın anlamsızlığına karşı verilen bir başkaldırının zaferidir; bu, Camus'nün eserlerinde sürekli işlediği bir temadır. Yabancı, insanın anlam arayışını ve absürt koşullarda direnişi derinlemesine ele alan, hâlâ günümüzde ilgi çeken ve okunması gereken kült bir romandır. Camus, yaşamın absürtlüğüne rağmen şen bir kötümser olarak "buradayız, hayattayız ve buna mecburuz; yapabileceğimiz en iyi şey ise burada olabildiğimiz süre boyunca keyif almaya çalışmak" fikrini savunur.
Kaynaklar ve İleri Okuma
Camus, Albert. Yabancı. Çev. Samih Tiryakioğlu, Can Yayınları, 2016.
Şimşek, Özgün Zülal (2019). "Albert Camus'nun Absürd Kavramı Işığında İnsanın Yaşam ve Ölümde Anlam Arayışı". Uluslararası Dil, Edebiyat ve Kültür Araştırmaları Dergisi (UDEKAD), 2 (2): 80-90.
Wikipedia contributors. "Absurdism." Wikipedia, The Free Encyclopedia. Wikipedia, The Free Encyclopedia, 2 Jun. 2025. Web. 5 Jun. 2025.
Lea, Simon. "What Did Albert Camus Really Mean by the Absurd?" TheCollector.com, February 19, 2025, https://www.thecollector.com/what-albert-camus-meant-the-absurd/
Dent, Catherine. "The Stranger by Albert Camus: The Life of an Absurd Man" TheCollector.com, December 17, 2023, https://www.thecollector.com/stranger-albert-camus-life-absurd-man/
https://www.felsefecilerdernegi.org.tr/albert-camus-ve-baskaldirma-felsefesi-iraz-yasar/




