top of page
  • Yazarın fotoğrafı: Kronofel
    Kronofel
  • 4 May
  • 2 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 10 Tem

Dünyada her gün milyarlarca insan üretim yapıyor, alışverişe çıkıyor, işe gidiyor ve hayatını sürdürüyor. Raflarda ürünler tam zamanında yerini alıyor, restoranlar hizmet veriyor, fabrikalar çalışıyor. Peki ama bu devasa sistemi kim yönetiyor? Her şey bu kadar koordineli şekilde nasıl işliyor?


Cevap basit ama şaşırtıcı: Hiç kimse.


Merkezi Planlama Olmadan Nasıl İşliyor?

Ekonomik sistemler, özellikle kapitalist düzen, merkezi bir otorite olmadan da çalışabilir. Hiçbir hükümet ya da kurum “bugün şu kadar kahve üretilecek, şu kadar ekmek tüketilecek” diye bir plan yapmaz. Yine de tüm bu süreçler bir denge içinde ilerler.

Bu düzenin altında yatan temel düşünce, 18. yüzyılda yaşamış İskoç filozof ve ekonomist Adam Smith tarafından ortaya atılmıştır: Görünmez El Teorisi.


Görünmez El Nedir?

Adam Smith, 1776 yılında yayımladığı "Ulusların Zenginliği" adlı eserinde “görünmez el” kavramını tanıttı. Bu teoriye göre, bireyler yalnızca kendi çıkarlarını gözeterek hareket ederler ama bu süreçte istemeden de olsa toplumun genel faydasına hizmet ederler.

Yani herkes sadece “kendi cebini” düşünüyor olabilir; ama bu bireysel çıkar yarışı, daha iyi hizmeti, daha kaliteli ürünleri ve daha düşük fiyatları beraberinde getirir.


Örnek: Mahallenizdeki Kahveciler

Diyelim ki mahallenizde iki kahveci var: Hilal Kafe ve Yıldız Kafe. Her ikisi de filtre kahveyi 100 liraya satıyor. Sen eve yakın olduğu için Yıldız Kafe’yi tercih ediyorsun.

Bunu gören Hilâl Kafe, müşterileri çekebilmek için fiyat indirimi yapıyor ya da ücretsiz kurabiye sunuyor. Sonraki gün sen Hilâl Kafe’yi tercih ediyorsun çünkü artık sana daha fazla değer sunuyor.

İşte bu basit rekabet, seni daha iyi hizmetle buluşturuyor. Kimse seni düşünerek iyilik yapmıyor ama bu süreçte toplumun tamamı kazançlı çıkıyor.


Rekabet Olmazsa Görünmez El İşlemez

Adam Smith’e göre bu sistemin sağlıklı işlemesi için mutlaka rekabet olmalı. Eğer sadece bir kahveci olsaydı, fiyatları dilediği gibi artırabilir, kaliteyi düşürebilirdi. Bu yüzden görünmez elin adil ve verimli bir biçimde işlemesi için serbest piyasa ve rekabet ortamı kritik öneme sahiptir.


Devlet Müdahalesi Gerekebilir mi?

Smith’in görünmez eli, her zaman kusursuz çalışmaz. Bazı durumlarda devlet müdahalesi gerekebilir. Özellikle:

  • Tekelleşmelerin önlenmesi,

  • Çalışan haklarının korunması,

  • Kamu mallarının yönetimi gibi durumlarda devletin devreye girmesi gerekir.

Aksi takdirde sistem zayıflayanları ezer, dengesizlikler yaratır.


Bir Kurşun Kalem Her Şeyi Açıklar

Smith’in teorisini en iyi anlatan örneklerden biri: bir kurşun kalem. Bir kalemin içinde kullanılan grafit başka bir kıtadan gelir, ahşabı farklı bir ormandan kesilir, silgiyi tutan metal başka bir ülkede üretilir. Hiçbir merkezi otorite bu parçaları “bir araya getirin” demez. Ama sonunda bu ürün, senin kırtasiyene gelir.

Neden? Çünkü herkes kendi çıkarı için en iyi işi yapmaya çalışır. Ve bu parçalar farkında olmadan bir bütünü oluşturur.


Sonuç: Ekonominin Asıl Yöneticisi Kim?

Cevap: Hepimiz.

Ekonomiyi tek başına yöneten bir kişi ya da kurum yok. Ama görünmez bir el gibi işleyen bu sistemde her birey bir rol oynuyor. Günlük hayatında verdiğin her ekonomik karar, zincirin bir halkasını oluşturuyor. Ve böylece farkında olmadan bu dev sistemi birlikte yönetiyoruz.

  • Yazarın fotoğrafı: Kronofel
    Kronofel
  • 19 Mar
  • 2 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 10 Tem

Jean-Jacques Rousseau, Toplum Sözleşmesi (Du Contrat Social) adlı eserinde egemenliğin kaynağını ve toplumun nasıl şekillendiğini ele alır. Peki, insanlar neden bir araya gelerek toplum oluşturdu? Egemenlik kime ait olmalı? Özgürlük ve otorite arasındaki denge nasıl sağlanır? Bu videoda Rousseau’nun düşüncelerini inceledik.


İnsanlar Neden Toplum Kurdu?

İlk çağlarda insanlar doğada özgürdü ancak yalnız ve savunmasızdı. Doğal tehlikeler ve hayatta kalma mücadelesi onları bir araya gelmeye zorladı. Ancak bu birliktelik, yalnızca güçlenmelerini sağlamakla kalmadı, aynı zamanda bazı özgürlüklerinden de vazgeçmelerine neden oldu. İşte burada Rousseau, “İnsan özgür doğar ama her yerde zincire vurulmuştur.” diyerek bireyin toplum içinde özgürlüğünü nasıl koruyabileceğini tartışır.


Egemenlik Kimin?

Rousseau'ya göre egemenlik, halkın elindedir ve devredilemez. Egemenlik, bireylerin ortak iradesini yansıtan genel irade (volonté générale) ile şekillenir.

  • Monarşi ve aristokrasi gibi yönetim biçimleri, egemenliği bireylerin elinden alıp bir kral ya da yönetici sınıfına devreder.

  • Doğrudan demokrasi ise halkın bizzat karar aldığı yönetim şeklidir ve Rousseau’nun ideal toplum modelidir.

  • Temsili demokrasiyi ise eleştirir çünkü yöneticilerin zamanla halktan koparak kendi çıkarlarını ön planda tutacağını savunur.


Genel İrade

Rousseau, yasaların bireylerin değil, toplumun genel iradesine göre şekillenmesi gerektiğini söyler. Eğer yasalar yalnızca belirli bir grubun çıkarına hizmet ederse toplum sözleşmesi bozulur. Genel irade, bireysel çıkarların ötesine geçerek toplumsal faydayı gözetmelidir.


Örnek: Trafik kurallarına uymak bireysel olarak kısıtlayıcı olabilir ancak genel faydayı artırarak toplumun düzenini sağlar.


Özgürlük ve Otorite Dengesi

Rousseau’ya göre özgürlük, başkalarının özgürlüğünü kısıtlamadan hareket edebilme yetisidir.

  • Doğal özgürlük: İnsanların kuralsız ve sınırsız hareket edebildiği özgürlüktür. Ancak kaos yaratabilir.

  • Medeni özgürlük: Toplumsal kurallar çerçevesinde şekillenen, güvenliği ve adaleti sağlayan özgürlüktür.


Rousseau, medeni özgürlüğün daha değerli olduğunu ve toplumun bu çerçevede düzenlenmesi gerektiğini savunur.


Rousseau’nun Toplum Sözleşmesi Günümüzde Geçerli mi?

Rousseau’nun fikirleri günümüzde demokrasi, insan hakları ve sosyal adalet tartışmalarında önemli bir yer tutar. Egemenlik gerçekten halkta mı yoksa yöneticiler zamanla halkın iradesini yok sayıyor mu?


Bu sorular, Rousseau’nun Toplum Sözleşmesi fikrinin hâlâ günümüz siyasetinde tartışılmasının nedenlerinden biridir. Gerçek özgürlük, bireysel haklarla toplumsal düzenin uyumlu bir şekilde dengelenmesiyle mümkün olabilir.

  • Yazarın fotoğrafı: Kronofel
    Kronofel
  • 7 Mar
  • 2 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 5 Ağu


1957 yapımı Yedinci Mühür (The Seventh Seal), sinema tarihinin en çarpıcı açılış sahnelerinden birine sahip. Ölüme karşı satranç oynayan bir adamın görüntüsüyle başlıyor. Ama bu sadece bir başlangıç… Film, bundan çok daha fazlasını vadediyor: Tanrı'yı arayan bir ruhun, ölümle yüzleşen bir insanın ve anlamı sorgulayan bir bilincin felsefi yolculuğu.


Sinema, Bergman İçin Bir Düşünme Alanıydı

Yönetmen Ingmar Bergman, sinemayı yalnızca bir hikâye anlatma aracı değil, derin bir felsefi sorgulama alanı olarak görüyordu. Filmleri izlenmek için değil, hissedilmek ve düşünülmek için vardı. Yedinci Mühür, onun kendi inanç krizinin bir yansımasıydı. Papaz bir babanın oğlu olarak dinsel bir atmosferde büyüyen Bergman, İkinci Dünya Savaşı’nın karanlık gölgesinde Tanrı’nın sessizliğini sorgulamaya başlamıştı.


Block’un Sessizliğe Karşı Direnişi

Filmin ana karakteri Antonius Block, yıllarca Haçlı Seferleri’nde savaşmış bir şövalyedir. Eve döndüğünde veba salgınıyla karşılaşır. Fakat onu asıl sarsan şey, Tanrı’nın bu yıkım karşısında sessizliğidir.

Block’un yaşadığı, inançla bilgi arasında sıkışıp kalan bir insanın sancısıdır. Kierkegaard’ın deyimiyle, Tanrı’ya ulaşmak bir “inanç sıçraması” gerektirir; mantıkla açıklanamaz. Ama Block bu sıçramayı yapamaz. O, Camus’nün Sisifos Söyleni’ndeki absürt kahraman gibi, anlam aramaktan vazgeçemeyen biridir.


Satranç: Bir Umut Hamlesi

Filmde Block’un Ölüm ile oynadığı satranç, yalnızca zaman kazanma girişimi değil; aynı zamanda varoluşsal bir arayışın sembolüdür. Oyunun açılışı, klasik bir piyon hamlesiyle başlar. Bu detay bile “memento mori” (ölümü hatırla) fikrinin derinliğini hissettirir. Ne kadar hamle yaparsanız yapın, oyun sonunda Ölüm her zaman kazanır.

Yine de Block vazgeçmez. İpi üzerinde yürüyen biri gibi, ölümün kaçınılmazlığını bilmesine rağmen ona karşı mücadele etmeyi seçer. Bu, insanın boşlukta dahi bir anlam yaratma çabasının simgesidir.


Veba ve İnanç Krizi

14. Yüzyıl Avrupa’sında geçen filmde, insanlar veba korkusuyla Tanrı’nın gazabından kurtulmaya çalışmaktadır. Kimileri kendini ve başkalarını kırbaçlayarak günahlardan arınacağını sanır. Kimileri ölümle dalga geçer. Kimisi umutsuzca anlam arar.

Fakat Jof ve Mia adında bir çift, tüm bu kaosa rağmen hayatın küçük anlarını yaşamayı seçer. Sahneye çıkar, meyve yer, çocuklarıyla oynarlar. Onlar için yaşam; büyük soruların peşine düşmek değil, basit anların tadını çıkarmaktır.


Şeytanla Yüzleşen Bir Kız Çocuğu

Block’un bir sahnede, veba yaydığı gerekçesiyle yakılacak olan bir kız çocuğuna yönelttiği “Şeytanı gerçekten gördün mü?” sorusu, inancın nasıl bir halüsinasyona dönüşebileceğini gösterir. Kız, kendisine atfedilen suça o kadar inanmıştır ki, artık gerçekten şeytanla işbirliği yaptığını düşünür. Block, cevap arar ama hiçbir şey göremez. Ne kızın şeytanını, ne de kendi Tanrısını...


Sessizlik, Yanıtsız Sorular ve Varoluş

Film boyunca Block, Tanrı’dan bir işaret bekler. Ama o işaret hiç gelmez. Hiçbir mucize gerçekleşmez. Evren sessizdir.

Heidegger’a göre varoluşu anlamak için iki şeye ihtiyaç vardır: zaman ve ölüm bilinci. Block’un zamanının sonuna geldiği noktada hâlâ cevapları yoktur. Kierkegaard, Tanrı’nın sesinin içimizden geldiğini savunur ama Block, bu sessizliği bir ihanet olarak görür. Oysa satrançla yaptığı şey, belki de anlamı kendi içinde yaratma çabasıdır.


Ölüm Kazanır Ama Yaşam Devam Eder

Finalde Ölüm oyunu kazanır. Block ve arkadaşları kaderleriyle yüzleşir.

Ama film bir istisna bırakır: Jof ve Mia. Ölümden kaçmayı başarırlar. Çünkü onlar için anlam, Tanrı’nın sessizliğinde değil; bir çilekte, bir tebessümde, bir melodide saklıdır.


Bergman’ın Sessizliğinde Bir Cevap

Yedinci Mühür, yalnızca bir film değil; bir varoluş sorgulamasıdır. Bergman, Tanrı’nın sessizliğini işaret ederken bize şunu fısıldar:

Eğer Tanrı sessizse, insanın tek seçeneği, kendi anlamını yaratmaktır.

 


© 2025 Kronofel. Tüm hakları saklıdır.

bottom of page